SAVAŞ
Şanlıurfa’da yaşananlardan sonra birçok hayvansever ve dernek kente akın etti. Geçen yazımda yazdığım halkın karşı karşıya gelme durumu birebir yaşandı. Oraya gidenlerden aktarılanlar: sokakta en fazla 3-4 köpeğe rastladıkları, barınakların hasta yavrularla dolu olduğu, havanın 40 derece olduğu şehirde hayvanlara bir kap suyun çok görüldüğü… Buket Özgünlü’yü varillerden yaptığı trene engelli köpekleri bindirip, göremedikleri yerlere götürerek, onların hayatına en tatlı şekilde dokunduğu haberlerinden hatırlarsınız. Ben kendisini uzundur sosyal medyada @kopekvelisiii hesabından takip ederim; çoğu engelli birçok köpeğe yaşam alanında yuva açmış, yüzlerce köpeğe besleme yapan, nerede muhtaç hayvan varsa oraya koşan, devletten ruhsatını ve onayını almış Yaşama Tutunan Patiler Derneği’nin kurucusu, küçücük bir çocuğu olan bir anne. Şanlıurfa’daki Siverek barınağına gittiğinde, bir kısmı yavru olan ama hepsi hasta ve kötü durumdaki 29 köpeği barınağın tutanakları ile sahipleniyor ve barınak yetkililerinin yardımıyla araçlara yüklenen köpekler Ankara’ya doğru yola çıkıyor. Maalesef 3 köpek dayanamayarak yolda ölüyor, yapılan inceleme sonucunda kuduz tespit edilmiyor. 26 köpek hemen kliniklere giriş yapıyor ve tedavileri başlatılıyor. Asıl olaylar ondan sonra başlıyor. Özgünlü gözaltına alınıyor ve ardından tutuklanıyor. 26 köpek kliniklerden çıkarılıp ABB tarafından tedbir ve koruma amaçlı götürülüyor. Etrafa nefret ve kin yaymaya çalışanlar, kuduzlu köpeklerin kaçırılıp Ankara’ya getirildiğini iddia ediyor. Bazı konuşma gruplarında Ankara’da sokakta gördükleri tüm “it”leri “itperest”lerle birlikte itlaf edeceklerini, her türlü sopa, ateşli silah, zehir, çivili sosis temin edebileceklerini söyleyen ve Özgünlü’nün yaşam alanını hedef gösteren gruplar türüyor. Bu arada Eros’u öldüren adam tatillerde gezerken yüzlerce cana can olan bir kadın tutuklanıyor. Merkez medya yalan haberlerle kaynıyor. Buna karşılık, Özgünlü’nün arkasında gönüllü bir avukat ordusu, hayvanseverler ve dernekler var. Ve Şanlıurfa Belediyesi’nden, Gaziantep Belediyesi’nden bu şehirlerde kuduz ve karantina olmadığına dair resmî açıklamalar geliyor.
Özgünlü ile ilgili gerçek bilgileri ve gelişmeleri en sağlıklı şekilde takip edebileceğiniz adres, kendisinin avukatı Yasemin Babayiğit’in Instagram hesabı.
Peki bu arada Türkiye sokaklarında neler oluyor? Yavru bir kedi kollarından ve bacaklarından çarmıha gerilir gibi bağlanarak canlı canlı yakılarak işkence ediliyor. Adana’da Suriyelilerin çoğunlukta olduğu bir mahalledeki kasap, bir sürü koyunu kaldırıma yan yana yatırarak hayvanlar acı içinde çırpınırken boğazlarını keserek öldürüyor. Şanlıurfa’daki Harran Üniversitesi’nin temizlik personeli, İlahiyat Fakültesi’nin tuvaletine götürdüğü köpeğe burada tecavüz ediyor. Kahramanmaraş’ta tek bacağından traktöre bağlanan köpek kanlar içinde sürükleniyor. Daha fazla yazamıyorum… Siyasilerin bahsettiği “merhamet” nerde? Utanç duyulası bir topluma dönüştük. Hatta bu cümle bile çok zayıf kalıyor...
Bazen yaşam, aynı anda farklı konulara çok değişik şekillerde eğilip düşünmemizi gerektiriyor.
MÜZAKERE
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve CHP Genel Başkanı Özgür Özel 40 günde iki kere görüştüler. “Müzakereler” sürüyor. Gündeme gelen ana konu ise, potansiyel Anayasa değişiklikleri. Yazımın bu bölümünü basın duyumları üzerine kurmayacağım. Mantık ve siyasi tecrübemi bir araya getirerek her iki tarafın bu görüşmelerden neler elde etmek isteyebileceğini öngörerek ilerleyeceğim.
Aslında konu gayet basit, son referandum 2017 yılında yaşandı, Anayasa değişti ve böylece Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne tam da Erdoğan’ın istediği şekilde geçiş yaptık. Son Başkanlık seçimini hatırlarsanız, bütün kampanya dönemi “Erdoğan’ın katılım hakkı var mı yok mu?” tartışmasıyla geçti. Sonuçta çok iyi takip ettiğiniz şekilde Sayın Erdoğan kendisinin katılım hakkı olduğuna kanaat getirdi ve çevresindeki diğer kurumların da böyle düşünmesinden mutluluk duyacağını bir şekilde açığa çıkardı. Sonuçta muhalefetin cılız itirazları eşliğinde Erdoğan seçime girdi ve dört puan farkla kazandı.
Şimdi yeniden, herhalde “daha güzel bir Türkiye için anayasa görüşmeleri yapılıyor” denildiği zaman belki de aklınıza basının daha özgür olduğu, gençlik hareketlerinin daha kolay örgütlendiği, sosyal medyanın en azından Batı standartlarında bir demokrasiye ulaştığı, kadın ve hayvan haklarının evrensel standartlarında ülkenin yüz akı olarak parlayacağı, bireyin her türlü hayat tarzı ve cinsel yönelimini hedef gösterilmeden yaşamak noktasında tüm özgürlüklerini dorukta koruyabileceği, mükemmel ve kim bilir, belki 1961 Anayasası’nı bile sollayabilecek çağdaş bir metin gelebilir…
Olabilir, neden olmasın? Ama ne var ki benim bu şekilde müspet düşüncelere kapılmam mümkün değil! Bambaşka şeyler düşünüyorum: Bence bu müzakerelerden AKP ve Erdoğan’ın beklediği tek şey var, o da 2028 yılında Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlık seçimine tekrar aday olabileceği bir anayasa değişikliğine gitmek! Hatta tercihen Erdoğan’ın ömür boyu seçilebileceği bir anayasaya ulaşmak… Diyeceksiniz ki, “Yok artık!”, aslında biraz düşünseniz, son 20 yılda bu cümleyi kullanabileceğiniz o kadar çok değişikliği hazmetmeyi başardık ki, şimdi burada onları size hatırlatıp bayramdan önce depresyona sokmak istemem.
İşte AKP ve Erdoğan’ın elindeki koz şu: CHP Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini kabul etmek istemiyor ve yeni bir anayasa değişikliği ile tekrar güçlü bir parlamenter sisteme dönmeyi talep ediyor. AKP ve Cumhurbaşkanı’nın buna karşılık tavrı ne olabilir? Gerek bu konularda gerek bazı güncel siyasi gerilim hatlarında CHP’ye ödünler verip bunun karşılığında yavaş yavaş veya hızlı hızlı kendi emellerini masaya getirmek. Nedir bu ödün konuları mesela? Temmuz’da asgari maaşa getirilebilecek zam, atanamayan öğretmenler konusu, çiftçilerin hakları ve hatta Sinan Ateş cinayetinin aydınlanması için bazı akıl almaz gizli nedenlerle tıkanmış hukuk yollarını açmak gibi güncel siyaset başlıkları… Dolayısıyla gördüğünüz gibi sizin aklınıza gelebilecek iyi niyetli anayasa değişiklikleri ile benim maalesef kendi tecrübemle beklediklerim arasında buradan Himalayalar’a kadar fark var.
Bir yandan da tüm bu “diyalog” görüntüsünün yanında AKP bir diğer en önemli taktiğini, kendi kurnaz medyasını kullanarak, önümüzdeki 2028 genel seçimlerinde “CHP’nin Cumhurbaşkanı adayının kim olması gerektiği” konusunda şimdiden nifak tohumları ekip, parti içi rekabet yaratmaya çalışarak ortalığı kızıştırma kartını hazırda tutuyor. Amaç CHP’nin taze Genel Başkanı Özgür Özel, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve hem kamuoyunun hem de CHP’lilerin önemli bir kısmının Cumhurbaşkanı adayı olarak gördüğü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu arasında, bugünden suni bir çekişme iklimi yaratarak bunu gerçek bir sürtüşme atmosferine dönüştürmek ve partiyi gerilimin merkezi kılmak...
Evet, sevgili Özgür Özel saf bir siyasetçi değil, ama Erdoğan’dan kesinlikle daha az tecrübeli bir siyasetçi olduğunu da unutmayalım. Elbet bu müzakerelerden her iki tarafın neler beklediğini ve nehrin orta yolunda buluşmak için ne adımlar atıldığını bir gün öğreneceğiz! Umarım çok geç olmaz, umarım çok şaşırmayız ve umarım çalım atmayı başaran Özgür Özel olur. Belki beni karamsar, gergin ve önyargılı bulabilirsiniz. Emin olun, şu anda hayatta isteyeceğim en önemli şey bu konuda yanılıyor olmak.
BARIŞ
2018’de yapılan Genel Kurul’da Ali Koç’un oyların yüzde seksenini alarak Aziz Yıldırım’a fark atıp Fenerbahçe Başkanlığı’nı kazanması, kulübün bir travma yaşamasına neden oldu. 20 yıl kulübün başkanlığını yapan Fenerbahçe’de dev izler bırakmış, büyük bir tesisleşmeye imza atmış, Fenerbahçe için bir yıl hapis yatmış, Kulüp’e birçok başarı kazandırmış olan Yıldırım, bu mağlubiyeti hazmedememiş ve o günden beri neredeyse kulübe hiç adım atmamıştı. İnsanların bildiği gibi Ali Koç yönetiminde Fenerbahçe gerçekten “dünyanın en büyük spor kulübü” sıfatını bileğinin hakkıyla alarak sayısız spor dalında ulusal ve uluslararası büyük başarıları kazandı, futbolda ise tek Türkiye Kupası ile yetindi. 3-4 sezonda şampiyonluğu son maça kadar kovalasa bile ipi göğüsleyemedi. Bu durumdan kendilerine vazife çıkaran koyu Aziz Yıldırım taraftarları, mevzuyu gerek sosyal medyada gerek bazen tribünlerde Fenerbahçe’nin genç başkanı aleyhine doyasıya kullandılar. Ali Koç bu yıl haziranda yapılan Genel Kurul’a önce katılmayacağını söyledi, ardından Saadettin Saran aday oldu. Fakat Ali Koç katılacağını açıklayınca o da geri çekildi. Bu sefer Aziz Yıldırım adaylığını koydu ve geçen hafta sonu bildiğiniz büyük kapışma yaşandı. O gün Genel Kurul gerilimlerle başladı ve altı yıldır süren ağır cerahat dolu yaralar, daha da koyulaştı. Detaylara girmiyorum, Ali Koç’un, Genel Kurul Divan Başkanlığı’na Yüksek Divan Kurulu Başkanı Mosturoğlu yerine kendisine yakın Vefa Küçük’ü seçtirmesi yepyeni Yıldırım ekibi tarafından hemen büyük gerilim gerekçesi olarak görüldü. Aziz Yıldırım Genel Kurul’u terk etti, hem de adaylık konuşmasını yapmadan. Ali Koç da kendi konuşmasının sonlarına doğru Aziz Yıldırım’ı -haftalardır olduğu gibi- bir kez daha televizyon tartışmasına davet etti. O güne kadar bunu hep tereddütsüz olarak reddetmiş olan Yıldırım, birden gece kente çöktükten sonra bunu kabul etti ve birkaç kanalla görüşmeden sonra taraflar Habertürk’te karşı karşıya geldi. Dev reyting rekorları kıran bu büyük buluşma aslında futbol deyimi ile biraz “orta sahada top döndürülmesi” şeklinde geçti. Yani sizin anlayacağınız büyük gol pozisyonları olmadı! Ali Koç taraftarları, Başkan’ın Yıldırım’a adeta bu can simidini fırlatmasına anlam veremediler ve bu televizyon atışmasının aralarındaki puan farkını azalttığını ve Yıldırım’ın Ali Koç’a yaklaştığını öngördüler. Her ne kadar bu tahmin büyük ihtimalle doğru olsa da aslında bu önemli buluşma en çok Ali Koç ve Fenerbahçe Spor Kulübü’ne ve bir başka algıda Aziz Yıldırım’a yaradı ve sahadan herkesin galip çıkmasına olanak tanıdı. Nedeni gayet basit, ekran buluşmasının en başında ve sonunda tarafların birbirlerine sarılmaları, öpüşmeleri yıllar süren buz dağlarının kırılıp erimesini sağladı.
Ertesi gün seçimleri yüzde altmışa yüzde kırk gibi bir oranla Ali Koç kazandıktan sonra tarafların el ele kürsüye çıkması Ali Koç’un gidip stadın içindeki odasından Aziz Yıldırım ve ekibini onore ederek sahaya getirmesi, bütün seyircilerden gelen büyük tezahürat ve alkışlar… O anda sadece Fenerbahçe’nin büyük çatlağının artık giderildiğini müjdelemiyor, Fenerbahçe’nin adına ne derseniz deyin karşıtlarının rakiplerinin veya düşmanlarının da hırstan çatladığı yeni bir dönemin geçişe işaret ediyordu.
Durumun tercümesi şöyle oluyordu, bundan sonra Fenerbahçe her kötü sonuç aldığında yükselen iç kavga sesleri büyük ihtimalle rafa kalkacaktı. Aziz Yıldırım ve Ali Koç, statta yan yana maç seyredebilecek, hatta kim bilir, belki Aziz Yıldırım ve ekibinden başta Mahmut Uslu olmak üzere çeşitli isimler Fenerbahçe’nin Federasyon’da veya başka sosyal katmanlarda yaşadıkları sorunları çözmek için devreye girebileceklerdi.
Evet, belki bu son gece buluşmasıyla Aziz Bey’in oyları biraz artmış, Koç’un oyları biraz azalmıştı. Bu rakam yüzde on beş olsa bile, elde edilen büyük ve özlenen barışın getirdiği mükafatın yanında solda sıfır kalırdı!
Sonuçta herkes bu genel kuruldan bir galip ve bir mağlup beklerken gerçekten kazanan, yaralarını saran ve büyük ihtimalle tek vücut haline dönüşen Fenerbahçe oldu… İç hesaplaşmalardan, kavgalardan, sıcak ve soğuk savaşlardan yılmış Fenerbahçe seyircisi, 6-7 yılın ardından kendisinde tekrar o eski gücünü ve birlik-beraberlik duygularını yeniden hissetti.
Bir Yorum Bırakın